Bunun iki boyutlu bir resim olduğunu bilsek de bu durum, bazı zamanlar ürkütücü bir hâl alır. Nereye gitsek o gözler daima bizdedir.
Gelin, bunun sebebine bakalım.
Ressamlar, perspektif tekniğini keşfedene kadar nesnelerin birbirine olan uzaklıklarını yansıtmak için genişlik ve yükseklikten faydalanıyordu.
Fakat perspektif kullanılmaya başlandıktan sonra resimlere derinlik verme tekniği değişime uğradı. Şöyle ki ressamlar, perspektifle birlikte ışık ve gölge oyunlarını kullanarak resimlerin sanki gerçekmiş gibi görünmesini sağlar.
Oysa üzerine resim yapılan yüzey iki boyutludur. Başka bir deyişle üç boyutlu dünya, iki boyutlu kâğıt üzerine aktarılır ve bu yapılırken optik bir yanılsama yaratılır.
Resimde kullanılan gölge, ışık ve perspektif sabittir. Yani ressam, doğrudan karşıya bakan birini çizdiğinde siz hangi açıdan bakarsanız bakın, resimdeki kişiyi tam karşınızdaymış gibi görür ve böylece onun size baktığını düşünürsünüz.
Fakat aynı şeyi, karşınızda gerçek bir insan varken denediğinizde resimdeki bu yanılsama gerçekleşmez.
Örneğin bir arkadaşınızdan sabit durmasını ve hep karşıya bakmasını isteyebilirsiniz. Siz de bu sırada konumunuzu sürekli değiştirerek onun gözlerine bakın. Resimdeki durumun gerçekleşmediğini göreceksiniz.
Bunun sebebi, üç boyutlu bir görüntüye bakıyor olmanız ve resimdeki sabitliğin aksine siz konumunuzu değiştirdikçe ışık, gölge ve perspektifin de değişiyor olmasıdır.